4 Haziran 2011 Cumartesi

Cemre (*) ve Toprak...

Bir varmış bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde...
Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten...
Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi...
Vay ne köşe bu köşe!
Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası!..
Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gelgelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!..
Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!..
Vay başıma, hay başıma. Bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim?
Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüd-ü Anka dedikleri değil mi? Kafdağı'nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor. Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu. Ne maval, ne martaval. İşitilmedik bir masal!..

Zamanın birinde yüreği kor, gözleri çakmak kendisi alev parçası Cemre adında bedeni dört mevsim ama gönlü sadece bahar bir kız varmış.
Baldan dudakları, ipekten teni, başak tarlasına benzer saçları varmış Cemre’nin.
Bir görenin aklı gider, aman dileyip kendisini soğuk sulara atarmış.
Cemre’nin gönlü aşkı bilmezmiş ilk zamanlar, sadece severmiş herkesi ve her şeyi.
Ama büyüdükçe aşkı hissetmiş kalbinde. Ellerinde ve yüreğinde bir boşluk, dudaklarında bir serinlik olduğunu anlamış.
Gel zaman git zaman 3 yiğit aşığı olmuş Cemre’nin.
Alaycı, değişken Hava, akıcı, coşkulu su ve dingin, huzurlu Toprak…
Hava en önce görürmüş hep Cemre’yi, gitme dermiş kal benimle.
Eseriz uzaklara, çıkarız bulutlara nereye isterse canımız gideriz oralara dermiş.
Cemre Hava’nın inceliğine, huzuruna âşıkmış ama değişkenmiş hava, belli olmazmış ne yapacağı. Tutmazmış bir günü bir gününü. Ya dermiş bir gün gelir de eserse uzaklara bensiz? Sonra hangi rüzgâr soğutabilir kalbimdeki o kor Alevi?
Sonra Su çıkarmış hep karşısına. Gözleri masmaviymiş Su’yun. Hayat doluymuş. Cemre’ye, gel aşkım dermiş, bir birimiz içinde kaybolalım, dudaklarımız ayrılmasın sonsuza kadar beraber olalım dermiş.
Ama hırçınmış Su, bazen yıkamış çevresini, sert kayalara bile kafa tutar, dininceye kadar çarparmış kendisini. Korkuyormuş Cemre ya bir gün bana da dalgalanır ama durulmazsa diye.
Ve Toprak….
Toprak vefalıymış. Ağırbaşlı kara gözlü bir yiğitmiş. Vakur ama koruyucuymuş. Cemre hep O’nu daha çok sevmiş içten içe. Ama Toprak hiç açılamamış Cemre’ye.
Bir kere bile diyememiş aşkını. O yüzden hep en son O bakarmış Cemre’nin ardından.
Yıllar yılları kovalamış. Cemre her seferinde önce Havanın inceliğine, sonra Suyun asiliğine ama bir tek Toprağın sadakatine âşık oluyormuş.
O nedenle ne kadar severse sevsin diğerlerini, günü geldiğinde sadakati bulduğu yerde, yani Toprağın bedeninde kaybolmuş Cemre.
O gün bugündür, her bahar geldiğinde âşıklar şöyle anlatırlarmış Cemre’nin hikâyesini.
“ Her bahar Aşkı ve Cemre’yi anlatır. Aşk, vazgeçilmez olan için her şeyden Vazgeçebilmektir.”

(*)Cemre: İlkbahar başlangıcında yedişer gün arayla önce havada sonra su ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışı. Arapça olan sözcük kor durumunda ateş anlamına gelir.

1 yorum:

  1. yerlerde sürünüyorum:) neden sence? gülmekten başlangıç süper.. devamı ayrı bi güzel... sonuç düşündürücü!!! hangisini seçmeli acaba:))))) herşeyden vazgeçebilmeli bencede:))))

    YanıtlaSil