26 Mayıs 2011 Perşembe

Ya Sonra...

Başını yastığa koyduğunda daha gece yarısı bile olmamıştı.
"Yine sıradan bir gündü" diye düşündü, hem de fazlasıyla sıradan...
Sonra göz ucuyla karşı duvarda asılı siyah çerçeveli saate baktı.
11:35...
Derin bir iç çekti ve yavaşça gözlerini kapattı...
Ve karanlık...
Kendini loş bir yolda yürürken buldu.
İleride bir insan kalabalığı vardı. Hızlanmak istedi ama hızlanmak istedikçe tuhaf bir şekilde geriye doğru gidiyordu. İlerideki belirli belirsiz silüetler yavaşça kaybolmaya başladı ve birden kendisini yüksek bir yerden aşağıda doğru düşerken buldu.
Bir terslik vardı. Çığlık bile atmıyordu.
Aşağıya düşerken birden gözünün önünden odalar geçmeye başladı. Sanki yüksek bir binadan aşağıya düşüyordu.
Bütün odaların içinde insanlar vardı ve çok mutlu görünüyorlardı.
Birden daha da hızlandı ve gözlerini kapatıp kendisini sona götüren düşüşe umursamadan acıyla gülümsedi.
...
Sessizlik ve karanlık...
Tuhaf bir şekilde şimdi kulaklarında bir uğultu vardı ama garip bir uğultuydu bu.
Birden gözlerini açtı ve uğultu aniden ezana dönüşüverdi.
Sabah ezanı okunuyordu.
Yastık terden sırılsıklam olmuştu.
Yatakta doğruldu ve penceresinden sokak lambalarının aydınlattığı uzun yola baktı.
Baş ucunda duran küçük su şişesinden bir yudum aldı ve yastığı yana iterek yeniden uyumaya çalıştı.
"Yarın cumartesi ve eminim ki değişik bir gün olacak"
...
Zil sesiyle yatağından fırladı. Kapı çalıyordu.
"Hayırdır inşallah" dedi ve gülümseyerek kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledi.
Apartmanın diafonuna "kim o" dediğinde yüzündeki gülümseme birden kayboldu.
"Kusura bakmayın yanlış oldu" dedi yaşlı bir adam sesi.
Kimi bekliyordu ki zaten.
En son evine günler önce sadece su tesisatçısı gelmişti.
Yavaş adımlarla yatak odasına döndü ve kapının eşiğinde durup içeriye baktı.
Kim bilir kaç gündür toplamıyordu odasını.Tıpkı hayatı gibiydi...Dağınık ve özensiz...
Solmuş mavi renkli yorganı küçük yatağının yanından aşağıya doğru sarkmıştı. Başucunda hemen yerde dün gece terden sırılsıklam olduğu için yere attığı kırmızı yastığı vardı.
Başucundaki komidinin üzerinde bir abajur, ağzına kadar dolu bir kül tablası, kol saati ve pet şişe duruyordu.
Yatağı hemen pencerenin yanındaydı ve tüller sigara dumanından grileşmişti.
Pencere ise kim bilir kaç haftadır temizlenmediği için lekelerle doluydu.
Karşı duvara yaslı duran ceviz rengi elbise dolabının kapısı açıktı ve elbiseleri düzensiz ve ütüsüz bir şekilde dışarıya doğru taşmıştı.
Duvarda geçen sene aldığı ahşap çerçeveli küçük bir tablo duruyordu ama o bile sağ tarafa doğru dönmüştü.
Odanın duvarları açık sarıydı ve bir kaç yerde döküntü vardı.
Yerdeki küçük kilim ise topaklanmıştı ve kül içindeydi.
Hemen kapının yanındaki duvarda asılı küçük aynada kendine baktı.
Gözlerinin altı torbalanmış, saçları dağılmış inanılmaz yaşlı bir yüz gördü.
"Hayır" dedi.
Bugün farklı olacak hissediyorum.
Banyoya girdi ve bir duş aldı.
Elbiselerinin arasından en temizlerini seçerek mavi bir t-shirt ile bir kot pantolon geçirdi üzerine.
Sonra elbiselerini büyükçe bir çöp torbasına doldurup yan apartmanın altındaki kuru temizlemeye bıraktı.
Uzun zamandır aramadığı gündelikçi kadını arayarak bugün temizliğe gelmesini rica etti.
Kadın su saatinin arkasındaki yedek anahtarın yerini biliyordu zaten.
Soluğu deniz kenarında güzel bir kafede aldı.
Güne iyi başlamak için iyi bir kahvaltı yapacaktı.
Bir taraftan da insanları izliyordu.
Bebeğini seven bir kadın, köpeği ile koşan bir adam ve bir birine sarılmış halde yürüyen bir çift gördü.
Herkesin bir hayatı ve düzeni vardı... O hariç.
Sonra 2 masa ilerideki bir kadınla göz göze geldi. Ama kadın sadece öylesine etrafına bakıyordu.
Kahvaltıyla beraber gelen büyük su bardağındaki çaydan bir yudum aldı ve zoraki bir tebessüm ile kahvaltısını bitirdi.
Ne yapsaydı ki bugün...
Akşama kadar gezecekti.
Belki bir yerlerde tatlı bir kadınla tanışacaktı, kim bilir...
Sonra uzun uzun sohbet edeceklerdi.
Biraz ondan biraz bundan derken ertesi gün yine görüşmek için bir birlerinin telefonlarını alacaklardı.
Yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Hayali bile güzel diye düşündü.
Hesabı ödeyip sahile doğru yürüdü.
Bütün bir gün sokaklarda, mağazalarda ve nerede kalabalık gördüyse oralarda dolaştı ama sanki bütün dünya onun dışında dönüyordu ve sanki hiç kimse onun varlığını hissetmiyordu.
En nihayet akşam olmuştu yine.
Elinde sadece bir poşet içerisinde ismini dergilerde gördüğü için aldığı bir kitap vardı.
Saçları yine dağılmış, t-shirti kırışmış ve ruhu incinmiş bir şekilde kuru temizlemeciye girip sabah bıraktığı elbiselerini aldı ve evinin yolunu tuttu.
Kattaki lamba arızalı olduğu için telefonunun ışığı yardımıyla kilidi açmış ve eve girmişti.
Yeni temizlenmiş evin kokusu nedense onu şaşırtmıştı.
Bu kadar sıradanlık içerisinde belki de en sıra dışı şey temizlenmiş bir ev ve elbiselerdi.
Elindeki poşetle kendisini yatağa attı.
Kalabalıklar içinde o kadar yalnızdı ki, bu gerçek şimdi yüzüne daha sert bir tokat gibi patlamıştı.
Gözleri doldu.
Hayat bu kadar sade ve kendi başına yaşanmamalıydı.
Aklına bugün gördüğü insanlar geldi.
Kimse onun kadar tek başına değildi sanki.
Yemek yiyen kalabalık arkadaş grupları, el ele sevgililer, çocuklarıyla vakit geçiren anneler ve babalar görmüştü bütün gün.
Canı yanıyordu artık.
Dua edecek gücü bile kalmamıştı.
Gözleri duvardaki saat takıldı.
11:35...
Güçlükle yataktan kalktı ve balkona doğru ilerledi.
Balkon kapısını açtığında odanın içini serin bir hava doldurdu.
Göz yaşlarıyla ıslanmış yanaklarında daha bir serinlik vardı sanki.
8. kattaki dairesi şehrin en güzel manzarasına sahip olmasa da ışıl ışıl evleri ve sokakları görebiliyordu.
Gözlerini kapattı ve sesleri dinlemeye çalıştı.
Hemen alt katlarda bir yerde insan kalabalığının uğultulu sesine hafif bir müzik eşlik ediyordu.
Şehre arkasını döndü ve balkonun korkuluğuna oturdu.
Gözyaşları daha hızlı süzülüyordu artık yanaklarından.
İçinde kitap olan poşeti hala elinde tutuyordu.
Sonra yavaşça kendini arkasından esen serinliğe bıraktı...
....
Cansız bedeni kaldırımın üzerinde yatarken belkide hiç olmadığı kadar insan vardı etrafında.
Ama hepsi geç kalmıştı...

2 yorum:

  1. çok, çok geldi bu bana :)) bu yalnızlık değil bu çaresizlik.. çaresizlik çok can yakıcı... nedense senin hikayelerini hep gerçekmiş gibi algılayarak okuyorum ondan galiba:)))

    YanıtlaSil