16 Mart 2011 Çarşamba

Tsunami



Tsunami
(okunuşu: "Sunami". Japonca'da liman dalgası anlamına gelen 津波 (つなみ) sözcüğünden) okyanus ya da denizlerin tabanında oluşan deprem, volkan patlaması ve bunlara bağlı taban çökmesi, zemin kaymaları gibi tektonik olaylar sonucu denize geçen enerji nedeniyle oluşan uzun periyotlu deniz dalgasını temsil eder (Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Tsunami )
Japonya'da deprem sonrası felaketin asıl sebebi de buydu. İnsanlar acaba Türkiye'de Tsunami olur mu diye konuşuyorlar ama asıl konuşmaları gerek
en hatta konuşmayıp önlem alın
ması gereken konu ise Tsunami değil depremin bizatihi kendisidir.
Düşünsenize, Allah korusun İstanbul'da 9.6 büyüklüğünde bir deprem oluyor. Evet, aynı şeyleri düşünüyoruz. 14 Milyon İstanbul'un yarısından fazlası bu depremde yok olur. Hal böyleyken ve depreme karşı adam akıllı hiç bir hazırlığımız yokken kalkıp Tsunami hakkında konuşmak ise sadece ironiden ibaret. Diğer taraftan bu felaketlerin asıl kaynağınında hep biz insanlar olduğunu düşünmüşümdür. Tabi yüzlerce yıl önce de bu doğa olayları vardı ve milattan önce biz henüz floro-kloro karbonlarla ozonu delememiş ve yağmur ormanlarını mahvetmeye başlamamıştık o ayrı. Bir tarafta 10 saniye akıl versen insanı ve yarattığı abuk düzeni mahvedecek olan bir doğa, diğer taraftan da Aşık Veysel'in "Benim Sadık Yarim Kara Topraktır" türküsünün dizeleri.
Sonuç, insan olarak her şeyi o kadar hızlı yıpratıyoruz ki bunun sonu sanırım kıyamet olacak...

8 Mart 2011 Salı

Kıskanmak...


Burada bahsettiğim başkalarını değil, sevdiğinizi kıskanmak. Yani eşinizi veya sevgilinizi kıskanmak...
Peki ama neden?
Aslında nedeni hormonal.
Aşkı cinselliğe indirgemedim hiç bir zaman ancak cinselliğin de ilişkilerin olmazsa olmazı olduğu konusunda sanırım hem fikiriz.
Öyle ya, sevdiğimiz kişiyle paylaşıp başka kimseyle paylaşamadığımız tek şeydir cinsellik.
Peki ya sevdiğiniz bu cinselliği başkasıyla paylaşırsa?
Sanırım bunun için cinayetler işlendiğini hatırlatmama gerek yok. O derece tehlikeli bir haldir bu. Hatta sizin bildiğiniz kuytuların başkalarına açıldığını bilmek sizi hepten deli eder.
Bir başkası sizin sevgilinize dokunamaz, öpemez ve sevişemez. Bunu tartışılabilir bir tarafı yok.
Tabi burada normal insanlardan bahsediyorum, yani sevgilisiyle veya eşiyle grup seks partilerine katılıp bundan zevk alabilen mahlukatlar tamamen konumuz dışında.
Bir erkek olarak şunu söyleyebilirim ki, sahiplenmek ve kıskanmak ilişkinin doğasında vardır ve "biz medeni insanlarız, kıskanmak da neymiş" lafları hep geyik gelir bana.
Eğer medeniyet buysa benim daha çok yolum var hatta yanlış istikamete gidiyorum demektir.
Başka bir erkeğin sevgiliyi süzmesi, gözlerini kilitleyip bakması ve aklında bir yerlerde hayal dünyasına meze yapması gayreti her zaman iki erkekten birinin biraz örselenmesine, eskimesine, yamulmasına hatta ezilmesine yol açar ki bu gayet normaldir bence. Bu arada "sen ne kaba insansın" diye eğer sevgiliniz de size bağırmaya başlarsa bilin ki yanlış kişiyle ilişki yaşıyorsunuz. Tabi bu arada aşırı kıskanç olup sudan sebeplerle kavga çıkarmıyorsanız.
Sonuç; Seven kıskanır, sahiplenir ve paylaşamaz. Hormonlar bunun altında yatan en büyük nedendir. Tıpkı oksitosinin anneliği güçlendirmesi, östrojenin kemik iliğini deprese ederek vücudun spermi yabancı protein olarak görmesinin engellenmesi ve testosteronun hayatın devamı için gerekli olması gibi.
Bu arada, eski sevgili de kıskanılır mı?
Cevap gayet basit...

3 Mart 2011 Perşembe

Aşk mümkün müdür hala?

Bir süredir Levent Yüksel'in "Aşk mümkün müdür hala" şarkısını dinliyorum. İnanılmaz tatlı bir şarkı. Ama sözlerinin içinde aklımdan geçenlerin de olması ayrı bir tat katıyor şarkıya.
Diğer taraftan 30'lu yaşlarını geçmeye başlamış birisi olarak Aşk'ın ne derece mümkün olduğunu da sorgulamaya başlıyorum. En azından kendim için.
Sanırım en son üniversiteydi aşkı bulma ihtimalimizin en yüksek olduğu yer. Sonrası malum, iş hayatı ve koşuşturmaca derken bu aşk nerede karşımıza çıkabilirdi ki? Starbucks'ta mı? Ya da D&R'da mı? Spor salonunda yada alışveriş merkezlerinde mi?
Aslına bakarsanız aşk sizi bulacaksa, dağa kamp yapmaya gitseniz de bulur. Ama eğer bir küskünlük varsa aranızda veya vakti gelmemişse, ortalarda elinizde pankartla gezseniz de boş.
Şimdilerde aklımdan bir de nasıl bir aşk sorusu geçmeye başladı iyi mi?
Sanki sipariş hattı var ya aşkın...
Eskiden bir bakışa, bir gülüşe çarpan kalp - ki gene çarpabiliyor- bu sefer başka şeyler de istiyor.
Ey Allah'ım diyorsun kendi kendine, buldum bunuyorum.
Tabi ya, eskiden aklında kriterlerin yok, sadece hoşlanmak yeterliydi. Ama şimdi, eğitimi, ailesi, inciği boncuğu derken ayazda portakal ağacı gibi kalıveriyorsun.
Ve kendine soruyorsun " Aşk mümkün müdür hala?"...


2 Mart 2011 Çarşamba

Bir Sinir Hali....



Hayat adına savunduğum ne kadar değer varsa, bazen birileri çıkıp ediveriyor içine.
E haliyle sinir oluyorum o zaman.
Karşımdakini anlamaya çalışayım derken bir bakıyorum bana afaganlar basmış.
Yeter len diyorum o zaman ve diyorum ki;
Tohumunuza para mı saydım?
Güzel laf değil mi:)
Sonuç;
Kabullenirseniz ekime kadar, kabullenmezseniz ..... şubata :)

Töre Cinayetleri...

Türkiye gibi bir coğrafyada uzun zamandır hepimizin bildiği ve duyduğu bir kavram mevcut. Töre.. yani;
TDK ( Türk Dil Kurumu) büyük sözlüğüne göre;
a. 1. Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların bütünü, âdet
2. Bir toplumdaki ahlaki davranış biçimleri, adap.
Peki köklü ve güzelliklerle dolu olan tarihimiz ve kültürümüzde "Töre" deyince aklımıza ne geliyor?
Tabi ki "Töre Cinayetleri..."
Açık söylemek gerekirse bu olgunun Türk kültürüne ve tarihine değil de başka birilerinin tarih ve kültürüne ait olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu düşüncemin nedeni ise gayet açık. Töre cinayetlerini işleyenlere bir bakın bakalım kimler...
Diğer taraftan bir erkek olarak, özellikle de kız kardeşi olan bir erkek olarak şunu çok net bir şekilde söyleyebilirim.
Anneden sonra bir erkek için en kutsal kadın kız kardeştir. Henüz sahip olmadığım için bilemiyorum ama bir diğeri de sanırım kız evlat olsa gerek. Kız kardeş eğer sizden büyük ise anne yarısı oluverir ve eğer küçükse de bir ağabeyin en çok koruyup kollaması gereken karındaşı.
Hal böyleyken, nasıl oluyor da sevdiği erkeğe kaçtı diye bir kız kardeş, aile meclisi tarafından (!) ölüm cezasına çarptırılabiliyor ve nasıl oluyor da öz ağabey tarafından infaz edilebiliyor.
Daha bugün radyoda duydum;
"Kız kardeşinin boynunu kestikten sonra 40 yerinden bıçaklayarak öldüren öz ağabey ...."
Bu nası bir vahşettir, bir ağabey daha doğrusu bir insan bunu nasıl yapabilir?
Neymiş sevdiği erkeğe kaçmış...
Ne oluyor böyle olunca; mahalle berberi, manav, bakkal, köy kahvesinin yaşlıları, köyün diğer ileri gelenleri kısaca bacaklarının arasında 250 gr fazladan et parçası bulunan ve bu yüzden kendisine erkek diyen bir topluluk, kızın ailesine lafları ve bakışlarıyla namus dersi vermeye çalışacağı ve bu nedenle kızın ailesinin yüzü yere düşeceği için bu pisliğin (!) temizlenmesi gerekiyor.
Hadi bu amcalar böyle düşünüyorlar da aileye ne oluyor?
Yada bu iş için seçilmiş birleri var, onlar ölüm kararını veriyorlar ve namusun temizlenmesi için (!) bu işi aileden birisi yapmalı diyorlar....
Acaba o öldürülen kızlardan birisinin o ölüm kararı veren amcalardan birisiyle yakınlaşması olsaydı, o amcaya da bir şey yaparlar mıydı? Pardon, namus sadece kadının bacaklarının arasında olan bir şeydi değil mi? Yani, namus = vajina mı oluyor böyle olunca?
Ve bir ağabey, düşmanına yapmayacağı bir şekilde kız kardeşini boğazını kesip, 40 yerinde bıçaklayarak öldürebiliyor...
Merak ediyorum, küçükken aynı yatakta yatıp hiç mi gülüşerek sohbet etmediler, yada ağabeyin bir yeri kanayınca kız kardeşi elinde pamukla, kendi canı yanmışcasına hiç mi koşturmadı?
o ağabeyin eli o bıçağa ve kız kardeşinin bedenine ölüm amacıyla nasıl gitti?
Ve şimdi o meclis gönül rahatlığıyla karalarıyla gurur duyuyor öyle mi?
Bunlar nerede yaşıyorlardı?



1 Mart 2011 Salı

Yaşamak Üzerine...

Bu sabah biraz üşüyerek kalktım sıcacık yatağımdan. Bir kaç gündür küçük bir soğuk algınlığıyla uğraşıyorum. Sevgili bir dostumun cumartesi gecesi içtiği sigaralar da tuz biber oldu ama olsun O geceye değerdi...
Uzun süredir yaptığımın aksine bu sefer kahvaltı ile uğraşmadım ve bir protein kokteyili atarak çıktım evden.
İçimde tuhaf bir huzur vardı...
Bahar yaklaşıyor ve takvimler 1 Mart'ı gösteriyordu. Birden aklıma yapmak istediklerim geldi. Hayallerim, dileklerim ve yaşamak üzerine kafa yorduğum şeyler...
Belki de herkes hayatının bir döneminde kendisi için bir yapılacaklar listesi hazırlamalı ve o listeyi gerçeğe dönüştürmek için çaba sarf etmeli.
Karma felsefesi ve quantum düşünce ile ilgili daha önce burada bir yazı yazmıştım. Blog arşivinden isterseniz o yazıyı bir kez daha okuyabilirsiniz.
Hala cüzdanımın bir köşesinde üniversite yıllarından kalma bir küçük not parçası bulunur.
Üzerinde, Veteriner hekim, MBA, Advanced English ve Product Manager yazıyor o kağıt parçasının. Yani ta o yıllarda kendime koyduğum hedefleri yazıya dökmüş ve öyle yada böyle saklamışım.
Bugün, MBA yapmış, iyi düzeyde İngilizce bilen ürün müdürü bir veteriner hekimim...
Bugün başka hedefler yazacağım ve saklayacağım. Çünkü hayattan beklentilerimiz, biz büyürken daha doğrusu yaşlanırken değişiyor, tıpkı bizler gibi.
Bu sefer daha çok aşk yazacağım, daha çok huzur ve şükür, tatlı bir kız çocuğu ve baba olmak yazacağım, daha çok sağlık ve mutluluk...
Maddi kaygılarımın hayat sevincimin önüne geçmesine izin vermeyeceğim, dünün pişmanlıklarının ve yarının beklentilerinin de bugünü mahvetmesine.
Bencil olmadan önce BEN'i sevecek ve her zaman yaradana şükr edeceğim. Gökyüzünün mavisini daha çok izleyeceğim yada boğazının bu aralar yeşil olan rengini. Sokak köpeklerini daha fazla mıncıklayacağım. Baharla açacak çiçeklerin fotoğraflarını çekeceğim mesela.
Tedirgin fok bakışlı sıpa yeğenimle daha çok vakit geçireceğim bir dayı olarak:)
Daha çok istiklal caddesine gideceğim, baharla birlikte yine bir Çanakkale yapacağım.
Daha çok hayal kuracağım...
Hadi, siz de bir kıpraşın ve kendinize gelin, atın şu kasvetli ruh halini üzerinizden.
Bahar geliyor ve yaşamak üzerine daha çok kafa yormak lazım şimdi...