8 Haziran 2011 Çarşamba

Büyük Sır...

Saat sabaha karşı 3:35'i gösteriyordu.
Genç doktor çalışmasında sona gelmişti ama biraz daha zamana ihtiyacı vardı. Çok önemli bir buluş olacak diye düşündü içinden.
Notlarını düzenledi, masadan kalkıp önlüğünü askıya astı. Laboratuvardan çıkarken gözü masanın üzerinde duran mavi sıvıya takıldı...
Eğer işe yararsa pek çok kişinin hayatını kurtaracak önemli bir buluşa imza atacaktı. Tarifsiz bir heyecan kapladı içini.
Kapıyı kapatıp evine doğru giderken laboratuvarın duvarına asılı saatin içindeki gizli kameradan izlendiğini bilmiyordu.
Aynı anda çok uzaklarda beyaz saçlı 70 yaşlarında başka bir adam son derece ruhsuz bir surat ifadesiyle laboratuvarı izlediği masasından kalktı ve yavaşça bütün şehre hakim balkonuna çıkarak derin bir nefes aldı.
Adamın suratında duygudan eser yoktu.
Bir hafta sonra önemli bir kurul toplantısında katılacaktı. Bu iş daha fazla uzamamalıydı.
Bir sonraki sabah genç doktor çalışmalarının son verilerini inceledi ve deney hayvanlarındaki bazı gariplikleri etik kurul dosyasında sunup sunmama konusunda kararsız kaldığı için ayrı bir dosya hazırladı.
Hazırladığı serum beyinin alışkanlıklar merkezini baskılayarak sigaradan uyuşturucuya kadar alışkanlık yapan bütün tehlikeli maddelerin arzulanmasını ortadan kaldıracaktı.
Aynı şekilde obeziteye neden olan kontrolsüz iştah da aynı mekanizma ile çalıştığı için tarih olacaktı.
5 yıl önce üniversitenin kütüphanesinde uluslararası tez konularını gözden geçirirken bu çalışmanın daha önce yapıldığını ancak bilinmeyen bir sebepten dolayı yarım bırakılıp rafa kalktığını öğrendiğinde inanılmaz heyecanlanmış ve son 5 yılını sadece bu program için harcamıştı.
Tuhaf bir şekilde daha önceki çalışmaya ait bazı küçük veriler dışında kimin tarafından yürütüldüğü konusunda hiç bir ize rastlayamamıştı. Üniversite tezlerinde bu durum alışıldık bir durum değildi. Daha önce kimin bu işe kalkıştığını bilseydi kendisine çok yardımı dokunabilirdi.
Doktor, gözlerini duvardaki saatin tuhaf motifine dikmiş bunları düşünürken genç bir bayan sesi "hmm, sanırım bu okulun en yakışıklı adamı ile yemek randevumuz vardı" diyerek genç doktoru hayallerinden sıyırıp laboratuvara döndürmüştü.
Genç kadın doktorun hem öğrencisi hem de sevgilisiydi.
Bu pek hoş karşılanan bir durum olmasa da ilişkilerini sadece dostları bildiği için bir sıkıntı yaşamıyorlardı.
Genç kadın etrafta kimsenin olmadığına emin olduktan sonra sevgilisine sıcacık bir öpücük armağan etmişti. Bu sırada duvardaki saatin içinde bulunan kamera bu görüntüleri çok uzaklara masasının başındaki yaşlı adama ilettiğinde yaşlı adam son derece duygusuz bir ifadeyle genç çiftin öpüşmelerini izlemiş ancak hiç bir şey hissetmemişti.
Çok yakından bakan birisi sadece gözlerinde hafif bir buğulanma görebilirdi...
Etik kurul toplantısının yapılacağı gün genç doktor bütün hazırlıklarını tamamlamış ve sunumunu son bir defa gözden geçirmişti.
Eğer etik kurul onay verirse serum insanlar üzerinde denenebilirdi.
Bir an bu kadar büyük bir keşfin hem insanlığa hem de kendisine getireceklerini düşündü. Uluslararası bir ün ve çok ciddi bir servet...
Kahvaltısını tamamladıktan sonra çalışmalarını koyduğu çantasını aldı ve arabasına bindi.
Dikiz aynasına baktığında sanki arka bahçedeki ağaçların arkasında birini görür gibi oldu ama daha dikkatli baktığında kimsenin olmadığını fark etti.
O sırada şehrin hava alanına inen uçaktan elinde bir küçük valiz ile yaşlı adam iniyordu.
Aklında yine aynı şey vardı " Bu çalışma durdurulmalı"...
Üniversiteye ait olan eski model klasik bir araba kendisini bekliyordu.
Şoför yaşlı adamı görünce hemen araçtan inmiş ve "hoş geldiniz profesör" diyerek elinden valizini almıştı.
Yaşlı adam sadece başıyla hafifçe selam vermiş ve arka koltuğa oturmuştu.
Şoför profesörü uzun yıllardır tanıyor ve kendisine büyük bir hayranlık ve saygı duyuyordu.
Yıllar önce yaşanan o kötü olaylardan sonra profesörden uzun bir süre haber alınamamış ve daha sonraları ise kendisine danışman olarak tekrar iş teklifinde bulunulmuştu.
Yaşlı adam yıllarca bu teklifi geri çevirmiş ancak her ne olduysa 2 sene önce bir kurul üyeliği için kendisine tekrar danışmanlık teklif edildiğinde fikrini değiştirmişti.
Araç yavaşça üniversiteye doğru hareket ederken yaşlı adam uzun yıllardır görmediği ama gençliğinin geçtiği tanıdık sokak ve caddelerin bu sefer kendisine hiç bir anlam ifade etmemesine şaşırmamıştı.
Üniversiteye geldiklerinde ise gözleri eski binalar ve insan kalabalıkları arasında dolaşmış sonra sadece çok dikkatli bakan birinin fark edebileceği bir şekilde yüzünde saniyelik bir hüzün belirmişti. Başını önüne eğmiş ve içinden lanet okumuştu ama yüzü hala o kadar ifadesizdi ki hiç kimse aklından neler geçtiğini tahmin bile edemezdi.
Emekli olan eski dostları profesörün geleceğini duyunca onu karşılamak istemişlerdi.
Bütün yüzler tanıdıktı ve hepsinde insanın içini ısıtan bir gülümseme vardı.
Yaşlı adam arabadan inerken yıllar boyunca aynı odayı paylaştığı başka bir emekli profesör yaşlı adama yıllardır ailesinden birisini görmemiş birisi gibi sarılmış ve ağlamaya başlamıştı.
Yaşlı adam ise bu sarılmaya sadece dostunun omzuna dokunarak karşılık vermişti.
Nedense orada bulunan hiç kimse yaşlı adamın bu tuhaf davranışlarına şaşırmıyordu.
Profesörü karşılamaya gelen genç meslektaşları hariç.
Onlar ise bir insan nasıl bu kadar soğuk olabilir diye düşünüyorlardı.
Hep birlikte önce öğle yemeği yemişler ve bir süre sohbet ettikten sonra görevli olanlar 14:30'da başlayacak olan kurul için salona geçmişlerdi.
Yaşlı adam yerini almış genç doktoru bekliyordu.
Önünde ise sadece bir dosya vardı.
Sanki bilmesi gereken her şeyi hatta daha fazlasını biliyormuş gibiydi.
Genç doktor salona büyük bir heyecan içerisinde gelmiş ve herkesi selamlamıştı.
İnanılmaz bir atmosferdi.
Üniversite bu çalışma için kurul oluşturulurken dünyanın her tarafından uzmanları özenle seçmişti.
Eğer her şey yolunda giderse üniversitenin de bütçesinde ve ününde büyük bir artış kaçınılmazdı.
Sunum başlamış ve genç doktor önce insan fizyolojisi ile konuya giriş yapmıştı.
İnsan vücudundaki dopamin, serotonin gibi kimyasallar zevkin ve bağımlılığın esas nedenleriydi.
Sigara burada bulunan nikotinik reseptörleri uyarıyor ve ciddi bir alışkanlık yapıyordu.
Aynı şekilde obeziteye neden olan aşırı yemek yeme de bu reseptörleri etkilediği insanlarda aşırı yemek yemek bir süre sonra ciddi bir bağımlılık haline geliyordu.
Sonra serumu anlatmaya başladı.
"Tek bir enjeksiyon ile buradaki reseptörler duyarsızlaştırılıyor" dedi.
Yapılan çalışmalarda madde bağımlılığı sağlanmış ve obez hayvanlarda 1 hafta içerisinde gözle görülür bir iyileşme sağlanmıştı.
Salondaki herkes büyülenmiş gibiydi.
Bu gerçekten çok önemli ve değerli bir çalışmaydı.
Genç doktor sunumunun sonunda;
"İnsanlarda sigara, uyuşturucu ve aşırı yemek yeme gibi alışkanlıklar bu serum sayesinde tarih olacak ve devletler çok ciddi ekonomik ve toplumsal kayıplardan kurtulacaklar. Ancak bu sizin burada vereceğiniz kararla mümkün olabilir. Düşünün ki yarınlarımızı çok ciddi tehlikelerden arındıracağız ve insanoğluna daha kaliteli ve uzun bir ömür için kapıları açacağız" dedi.
Herkesin yüzünde memnun ve mağrur bir gülümseme vardı, bir kişi hariç.
Yaşlı profesör anlatılanları o kadar donuk bir ifadeyle izliyordu ki, yüzüne nefret kazınmış bir buz kütlesini andırıyordu.
Son sorulara gelinmişti ve herkes tatmin olmuş gibiydi.
Genç doktor başka sorusu olan var mı diye salona bakarken yaşlı profesör;
" ya sevgi de yok olursa" dedi...
Herkes bir an durakladı ve profesöre baktı.
Profesör; " aynı kimyasallar aşkı ve sevgiyi de tetikler ve bağımlılığın dışında bağlılığın da oluşmasından sorumludurlar, siz eğer bunları duyarsızlaştırırsanız insanları duygusuz birer canlı haline getirebilirsiniz" dedi.
"Hayvanlar üzerinde çalışmalar yaptınız, peki dosyanızda neden sadece başarılı denekler var? Duygu yoksunluğuna uğramış olan ratları neden dosyaya dahil etmediniz?" diye sorduğunda herkesin gözü genç doktora çevrilmişti.
Genç doktor hayret içindeydi.
"Ama bu nasıl olabilirdi. Bu adam bütün çalışmaların detaylarını nereden bilebilirdi."
Genç profesör şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyordu.
"Resptörler" dedi.
Maddesel ve duygusal verilerin algılandığı reseptörler insanlarda ve hayvanlarda farklılık gösteriyor dedi. Aşk ve sevgi duygusal veri olduğu için maddesel bağımlılık oluşturacak verilerden farklı iletiliyorlardı.
Bu nedenle insanlar üzerinde denemeler yapılması gerekliydi.
Yaşlı profesör, "Hayır dedi. İnsanlar deney hayvanı değil. Sigaradan kurtulmak için milyonlarca insan sizin serumunuza canlı denek olmayı kabul edecektir ama yüzde 20'lik bir kısım duygu yoksunluğuna yakalanacak ve ömürleri boyunca tamamen duygusuz birer canlı olacaklar."
Sonra ayağa kalkıp kurula seslendi.
"Eğer bu olursa bunun sorumlusu sizler olacaksınız beyler"...
Genç doktorun içini bir öfke rüzgarı kaplamıştı.
Bu çalışmaya yıllarını vermişti.
Ün kazanacaktı, servet sahibi olacaktı ve gözü hiç bir şey görmüyordu.
Kurul yaşlı profesörün söyledikleri karşısında hayvan deneylerinin uzatılması ve yeterli veri sağlanıncaya kadar insan çalışmalarına geçilmemesi yönünde karar almıştı.
Genç doktorun içini saran hayal kırıklığı ve öfke gözlerinden çakmak çakmak belli oluyordu.
Aklından" tamam, siz izin vermezseniz ben de ilk kendi üzerimde denerim" diye geçirdi.
Böyle saçma bir yan etkini oluşmayacağına neredeyse emindi.
Hızla salonu terk etti ve laboratuvara yöneldi.
Odaya girdiğinde gözü yine garip desenli saate takılmıştı.
Kurul seçimlerinden sonra üyelerden birinden hediye olarak oraya asılmıştı.
O an zihni o kadar doluydu ki, o saati oraya taktıranın yaşlı adam olabileceğini aklının ucundan geçmedi bile...
Serumu soğutucudan aldı, kolunu açtı ve tam enjeksiyonu yapacakken " dur" dedi bir ses.
Arkasını döndüğünde yaşlı adamla göz göze geldi.
Bir an bu duygusuz bakışlardan dolayı içinin ürperdiğini hissetti.
"Neden" dedi genç doktor.
"Bu çok saçma, reseptörlerin farklı olduğunu sen de biliyorsun."
"Söylediğin şeyler gerçek dışı. Kurul sadece korkutuğu için onay vermedi ve buna sen sebep oldun" diye bağırarak yaşlı adamın üzerine yürüdü.
Yaşlı adamın yüzünde hala hiç bir ifade yoktu.
Elindeki dosyayı masanın üzerine bırakarak arkasını döndü ve arkasına bakmadan yavaşça oradan uzaklaştı.
İçi rahatlamış olması gerekirken hala hiç bir şey hissetmiyordu.
Genç doktor ise dosyaya bakıyordu.
Elindeki enjektörü damarına dayamıştı bile.
Ancak bir an dosyanın üzerindeki kısaltmaların yıllar önce kütüphanede bulduğu tez çalışmasının üzerindekilerle aynı olduğunu fark ettiğinde ise yüzünde bir şaşkınlık belirdi.
"Yarım kalan" çalışma dedi sessizce.
Dosyayı eline aldı ve sayfaları çevirmeye başladı.
Kütüphanede bulduğu tez çalışması ile aynıydı hiç bir farklılık yoktu ancak en arka sayfanın altında XBM3342 yazılıydı.
Bir an durakladı ve bunun kütüphane kayıt numaralarından birisi olduğunu anladı.
Üniversitelerinin kodu XBM idi çünkü.
Hemen bilgisayarın başına geçti ve kodu girerek "enter" tuşuna bastı.
"Dosya Bulunamadı" mesajı ile karşılaştığında ise şaşırdı.
Bir an düşündü ve XBM3341'i girdi.
Veterinerlik ile ilgili bir tez sayfası açıldı. Sonra XBM3343'ü girdi. Bu sefer de okul arşivinden bir haber açıldı. Okul emekli edilen hocalara bir tören düzenlerdi. Bu haber de bunlardan birisiydi.
İsimlere hızlıca bakarken bir an tanıdık bir şey gördü. Haber 18 yıl önce emekli edilen öğretmenlerden bahsediyordu ve birisi de az önce yanına gelen profesördü.
O zamanlar 52 yaşındaydı ve bu yaş emekli olmak için çok erkendi. Zaten törene de rahatsızlığı nedeniyle katılmamıştı.
Belli ki birisi XBM3342 kodlu arşivi bilgisayar veri bankasından silmişti.
Hemen yaşlı profesörü bulmak için arkasından koştu ancak koridor bomboştu.
Adam gitmişti.
Genç doktor "kütüphane" diye düşündü.
Soluğu kütüphanede aldı.
Görevliye kodu vermiş ancak görevli böyle bir arşiv verisi kayıtlarda yok demişti.
Genç doktor nasıl silinmiş olabileceğini sorduğunda ise bunun sadece yönetimden birisi tarafından yapılabileceğini öğrenmişti.
Yaşlı profesörün bu okulda hatırı sayılır dostları vardı ancak aralarında şuan yönetimde olan kimse yoktu.
Kayıtların neden silindiğine ve gizlenmeye çalışılan şeyin ne olduğuna anlam veremedi.
Ama her ne ise bulmaya kararlıydı. Bu olay 5 senesine ve hayallerine mal olmuştu.
Laboratuvara geldiğinde sinirden eli ayağı titriyordu.
Eline tekrar enjektörü aldı ama aklında soru işaretleri vardı.
Daha önce hiç düşünmemişti ama bu ciddi bir riskti.
Ya duygularda yok olursa???
Sinirlerine hala hakim olamıyordu.
Enjektörü elinden bırakıp masanın üzerindeki küçük metal sayacı duvardaki saate fırlattı.
Kahretsin dedi.
O sırada yere düşüp kırılan saatin içerisinden açığa çıkan küçük kamerayı fark etmemişti bile.
Arşiv koduna göre daha önce bir şeyler olmuştu ama kayıtlardan silinmişti.
O an aklına 5 yıl önce kütüphanede bulduğu tez özetlerinde çalışmayı yapan kişinin yazılı olmadığı geldi. O zamanlar bunu tuhaf bulmuştu ama çok da üzerine düşmemişti.
Tez ile profesör arasında nasıl bir bağlantı olabilirdi?
Neden bu çalışmayı engellemek istiyordu.
Çalışmasının detaylarına nasıl bu kadar hakimdi?
Deney hayvanlarındaki tuhaflıkları nasıl bilmişti?
Birden profesörün duygusuz yüzü aklına geldi.
Çok soğuktu, hatta sinirle üzerine yürürken bile yüzünde hiç bir korku ifadesi görmemişti.
Aklına bir şeyler geliyordu ama anlam veremiyordu.
Bir an durakladı ve gerçek bir yıldırım gibi beyninde çakmıştı.
O gece okul kayıtlarının yazılı olarak saklandığı rektörlük arşiv kayıtlarına girmeye karar verdi.
Geç saatlere kadar laboratuvarda oyalandı.
Daha sonra etrafta kimsenin kalmadığına emin olduğunda rektörlük binasına gitti.
Bu sırada tıpkı sabah ki gibi takip edildiğinin farkında bile değildi.
Binaya girdi.
Diğer tüm hocalar gibi rektörlük binasında odası olduğu için güvenlik görevlilerini geçmesi zor olmadı. Hafifçe gülümseyerek başıyla selam verip hızla yukarı çıktı.
Arşiv ana toplantı odasının içindeydi.
Ancak kapısı büyük ihtimalle kilitliydi.
Bunu düşünecek durumda değildi. Kilidi kıracaktı.
Kapının önüne geldiğinde güvenlik kameralarına baktı. Bu iş belki de sonu olacaktı ama yıllardır verdiği emeği ve hayal kırıklığını düşündü.
Biraz geriye çekilerek eski ahşap kapıya baktı. Kilidi kırmak zor olmayacak diye düşündü.
Tam o sırada merdivenlerden birisinin çıktığını duydu ve durdu.
Gözlerini o tarafa dikmiş bu saatte kendisinden başka kimin orada olabileceğini düşünüyordu.
Bir de bu saatte arşivde ne aradığını sorarlarsa vereceği cevabı.
Merdivenlerden çıkan tanıdık bir yüzdü.
Okulun emektar şoförü kendisine doğru yaklaşıyordu.
İyi ama bu saatte ne işi vardı burada.
"İyi geceler doktor" dedi ve tokalaşmak için elini uzattı.
Genç doktor anlam veremediği halde elini uzattı ve " iyi geceler" dedi.
Bu sırada avucunda bir sertlik hissetti. Şoförün elinde bir şey vardı.
Sonra şoför hafif bir tebessümle geri döndü ve geldiği gibi karanlığa karışarak oradan uzaklaştı.
Doktor durumu şaşırmıştı.
Sadece tokalaşmak için mi geldi...
Birden avucundaki nesne aklına geldi.
Elinde okulun kişisel dolaplarına ait bir anahtar vardı.
Anlam veremedi.
Anahtarın bir yüzünde dolabın numarası yazıyordu.
Diğer yüzünde ise dolap sahibinin adı yazardı ama bu anahtarda değildi.
Anahtarın diğer yüzünde bazı harf ve sayılar vardı.
XBM3342
"Aman Tanrım" dedi.
Bu kayıp olan arşiv dosyasının numarasıydı.
İyi ama profesör neden bu dosyası laboratuvara geldiğinde elden vermemişti de böyle garip bir yol izlemişti.
Konu üzerinde fazla düşünmeden hemen yan binada ki dolapların olduğu alt kata indi.
Anahtarın üzerinde yazılı olan 00867 numarası çok eski bir dolaba ait olmalıydı.
Son senelerde verilen anahtarlar üzerindeki numaralar 6 ile başlıyordu çünkü.
Okuldaki her bir dolap, sahibinin okuldan ayrılmasından sonra yeni birisine veriliyordu ama numara öğrenci numarası ile aynı olduğu için artarak devam ediyordu.
En arka koridora geçti. 00'la başlayan dolaplar oradaydı.
00866 ve 00867...
Dolabın içinde ne bulacağını bilmiyordu bile.
Anahtarı kilide sokup yavaşça çevirerek açtı.
Dolabın kapısı sanki yıllardır açılmamış gibiydi.
Kapı hafif bir gıcırtıyla açıldı.
Dolabın içerisinde eski bir günlük vardı.
Günlüğü aldı ve sayfalarını yavaşça çevirmeye başladı.
Okudukça yüzündeki ifadeler değişiyordu.
Sonlara gelmeye başladığında içinde derin bir acı hissetti.
Genç doktorun gözleri dolmuştu.
Günlüğü yazan genç bir profesördü.
Babasını akciğer kanserinden kaybetmişti.
Çocukluğunun hep sigara dumanı altında geçtiğini ve babasını bu yüzden kaybettiğini yazıyordu.
Babası öldükten sonra dünyası yıkılmıştı.
Üniversitede doktora öğrencisiyken genç bir asistanla tanışmış ve ona aşık olmuştu.
Çok geçmeden evlenmişler ve küçük bir kızları dünyaya gelmişti.
Genç profesörün bütün dünyası ailesi ve işiydi.
Bir zaman sonra sigara bağımlılığını engelleyebilecek bir serum üzerinde çalışmaya başlamıştı.
Hayvan deneylerinde anormal davranış sergileyen hayvanların varlığından söz ediyordu.
Birden aklına kendi deneyleri geldi.
Duygu yitimi sendromu diyordu buna genç profesör.
Reseptörler farklı olduğu halde %20'lik bir ortak etkilenme alanı vardı.
Bir gece profesör laboratuvarından evine döndüğünde kapıdaki kalabalığı görmüş ve koşarak evine girmeye çalışmıştı.
Ancak polisler kendisini tutmuş ve içeriye girmesine izin vermemişti.
Bir süre sonra gerçek ortaya çıkmıştı.
O gece eve hırsız girmiş ve seslere uyanan küçük kız ağlamaya başlamıştı.
Hırsız da önce küçük kızı sonra da anneyi yakalanmaktan korktuğu için öldürmek zorunda kalmıştı.
Genç profesör çığlıklar ve acı içinde olduğu yere yığılmıştı.
Günlüğü okuyan doktor da göz yaşlarına hakim olamıyordu.
Sanki olayları ve profesörün acısını içinde hissediyordu.
Genç profesör o geceyi hastanede sakinleştiricilerin etkisi altında geçirmişti.
Uzunca bir süre eşinin ve kızın mezarı başından ayrılmamış, geceleri de burada uyumuştu.
Okul arkadaşları işine dönerse biraz aklının dağılabileceğini söyleseler de genç profesörün kimseyi dinleyecek hali yoktu.
Daha sonra uzunca bir süre kendisinden haber alınamamıştı.
3 Yıl sonra okula döndüğünü yazıyordu günlükte.
Her ne yaptıysa içindeki acıdan kurtulamamıştı.
En sonunda hayvan deneylerinde fark ettiği duygu yitimi sendromuna neden olan serumu kendi üzerinde denemeye karar vermişti.
Arkadaşları laboratuvara geldiğinde donmuş ve sadece duvara bakan bir adamla karşılaşmışlardı.
Hiç bir şeye tepki vermiyordu.
Hiç bir his ve tepki yoktu.
Bu arada günlüğün 2 farklı el yazısıyla yazıldığını fark etti.
Birisi profesörün kendi ağzından olayları anlatıyordu.
Serumu kendisine enjekte ettiği günden sonra yazı değişmişti ve dışarıdan gözleyen birisinin anlatımını içeriyordu.
Aklına uzun yıllardır burada olan şoför geldi.
Günlükte ondan da bahsetmişti.
Kadim dost diyordu ondan için.
Gerçek ise profesörün ailesini kaybetmesine dayanamadığı için yan etkisini bildiği serumu kendi üzerinde denemesiydi.
Evet bu çalışmayı yıllar önce yapan kişi yaşlı profesördü.
O sene emekli olmuştu yada edilmişti.
Kayıtlar da konu kısmı ve basit bir iki detay dışında arşivden silinmişti.
Genç doktor olduğu yere yığılmış kalmıştı.
"Ne büyük bir acı" dedi...
Önce kaybedilen bir aile sonra da kaybedilen duygular...
Genç doktor laboratuvarına doğru yürürken bu dramı yüreğinde hissediyordu.
Bütün çalışma verilerini ve serum örneklerini bir kutuya doldurdu ve bilgisayardan da verileri temizledi.
Kurulun kendisini neden daha önce uyarmadığını düşündü.
Bu olayın üzerinden yıllar geçmişti ve yeni kurulda yaşlı profesör hariç kimse kayıtlar silindiği için böyle bir çalışmadan haberdar değildi.
Olay açığa çıkmasın diye bütün verileri okul yönetimi yıllar önce temizlemişti.
Bugün ise hepsi emekli olmuştu.
Yani O'nu uyaracak kimse yoktu.
Yaşlı profesör ise etik kurul üyeliği teklif edildiğinde olaydan haberdar olmuştu ve bu nedenle üyeliği kabul etmişti.
"Yani beni engellemek için" diye düşündü.
Ama niye kendisi ile yüz yüze konuşmamıştı ki?
Tüm bunları düşünürken arabasına koydu çalışmaları ve serum örneklerini içeren kutuyu tenha bir yere getirmişti.
Üzerine laboratuvardan aldığı alkolü dökerek bütün bir 5 yılını ateşe verdi.
Sonra da kendisi üzerinde deney yapmasını engelleyen ve belki de insanlığı yolun kıyısından son anda çeviren profesörü düşündü.
İçinde bir şükran duygusu vardı.
Sonra gözlerini kör eden egoları yüzünden kendisine kızdı.
Gerçekten zor bir gece olmuştu.
Evine dönerken gerçek anlamda duygusuz olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündü.
Şehirde gün ağarmaya başlamıştı.
İnsanlar için yeni bir gündü...
Bir kişi hariç....

4 Haziran 2011 Cumartesi

Cemre (*) ve Toprak...

Bir varmış bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde...
Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten...
Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi...
Vay ne köşe bu köşe!
Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası!..
Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gelgelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!..
Az gittim uz gittim. Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek, soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!..
Vay başıma, hay başıma. Bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim?
Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüd-ü Anka dedikleri değil mi? Kafdağı'nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor. Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu. Ne maval, ne martaval. İşitilmedik bir masal!..

Zamanın birinde yüreği kor, gözleri çakmak kendisi alev parçası Cemre adında bedeni dört mevsim ama gönlü sadece bahar bir kız varmış.
Baldan dudakları, ipekten teni, başak tarlasına benzer saçları varmış Cemre’nin.
Bir görenin aklı gider, aman dileyip kendisini soğuk sulara atarmış.
Cemre’nin gönlü aşkı bilmezmiş ilk zamanlar, sadece severmiş herkesi ve her şeyi.
Ama büyüdükçe aşkı hissetmiş kalbinde. Ellerinde ve yüreğinde bir boşluk, dudaklarında bir serinlik olduğunu anlamış.
Gel zaman git zaman 3 yiğit aşığı olmuş Cemre’nin.
Alaycı, değişken Hava, akıcı, coşkulu su ve dingin, huzurlu Toprak…
Hava en önce görürmüş hep Cemre’yi, gitme dermiş kal benimle.
Eseriz uzaklara, çıkarız bulutlara nereye isterse canımız gideriz oralara dermiş.
Cemre Hava’nın inceliğine, huzuruna âşıkmış ama değişkenmiş hava, belli olmazmış ne yapacağı. Tutmazmış bir günü bir gününü. Ya dermiş bir gün gelir de eserse uzaklara bensiz? Sonra hangi rüzgâr soğutabilir kalbimdeki o kor Alevi?
Sonra Su çıkarmış hep karşısına. Gözleri masmaviymiş Su’yun. Hayat doluymuş. Cemre’ye, gel aşkım dermiş, bir birimiz içinde kaybolalım, dudaklarımız ayrılmasın sonsuza kadar beraber olalım dermiş.
Ama hırçınmış Su, bazen yıkamış çevresini, sert kayalara bile kafa tutar, dininceye kadar çarparmış kendisini. Korkuyormuş Cemre ya bir gün bana da dalgalanır ama durulmazsa diye.
Ve Toprak….
Toprak vefalıymış. Ağırbaşlı kara gözlü bir yiğitmiş. Vakur ama koruyucuymuş. Cemre hep O’nu daha çok sevmiş içten içe. Ama Toprak hiç açılamamış Cemre’ye.
Bir kere bile diyememiş aşkını. O yüzden hep en son O bakarmış Cemre’nin ardından.
Yıllar yılları kovalamış. Cemre her seferinde önce Havanın inceliğine, sonra Suyun asiliğine ama bir tek Toprağın sadakatine âşık oluyormuş.
O nedenle ne kadar severse sevsin diğerlerini, günü geldiğinde sadakati bulduğu yerde, yani Toprağın bedeninde kaybolmuş Cemre.
O gün bugündür, her bahar geldiğinde âşıklar şöyle anlatırlarmış Cemre’nin hikâyesini.
“ Her bahar Aşkı ve Cemre’yi anlatır. Aşk, vazgeçilmez olan için her şeyden Vazgeçebilmektir.”

(*)Cemre: İlkbahar başlangıcında yedişer gün arayla önce havada sonra su ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışı. Arapça olan sözcük kor durumunda ateş anlamına gelir.

2 Haziran 2011 Perşembe

Kırılma Noktaları...

Hayatlarınızda "kırılma noktaları" olduğunu hiç düşündünüz mü?
Kırılma noktaları derken geçmişimizde verdiğimiz kararların hayatımızın genelinde yarattığı etkilerden bahsediyorum.
Her seçim hayatımızı değiştiriyor çünkü.
Ben hayatın yeteneklerimize değil de seçeneklerimize baktığını düşünüyorum.
Belki harika bir cerrah olabilirdiniz ama siz işletme okudunuz yada Mozart'ın bile kıskanacağı türden bir virtüöz olabilirdiniz ama siz excel tablolarıyla boğuşmayı seçtiniz.
Karar size ait ve hayat bu noktada size karışmıyor.
Eğer siz yeteneklerinizi keşfedip hayatınızın rotasını buna göre çizebildi iseniz mutluluk ve başarı kaçınılmaz oluyor.
Bazılarımız da tam aksi için o kadar çaba sarf ediyoruz ki, e hayat da bu abuk ve gereksiz çabalarımızı taktir ediyor haliyle...
Diğer taraftan işin bir de ikili ilişkiler boyutu var.
Hayatınıza soktuğunuz gereksiz insanlar ve hayatınızdan çıkardığınız doğru insanlar.
Yıllar sonra bile "keşke" dediğiniz insanlar...
Sonuç olarak bugün her kimseniz ve her ne yapıyorsanız bu tamamen sizin seçiminiz olmuş oluyor.
Karl Marx'ın çok güzel bir sözü var;
"Geçmişte her ne olmuş ise başka bir alternatifi olmadığı içindir" diyor.
Aslında bence bu söz "Geçmişte her ne olmuş ise bu tamamen sizin seçiminizden dolayıdır" olarak değiştirilebilir.
Sonra da keşkelerle yaşamaya başlıyorsunuz.
Ve biliyor musunuz " keşke" kelimesi kadar acizlik hissi uyandıran başka bir kelime daha var mıdır bilmiyorum.
Şimdi geçmişte verdiğiniz kararlardan dolayı hayatınızın kaç defa rota değiştirdiğini bir daha düşünün...
Unutmayın, bugünün kararları da yarınlarınızı etkileyecek...