26 Mayıs 2011 Perşembe

Ya Sonra...

Başını yastığa koyduğunda daha gece yarısı bile olmamıştı.
"Yine sıradan bir gündü" diye düşündü, hem de fazlasıyla sıradan...
Sonra göz ucuyla karşı duvarda asılı siyah çerçeveli saate baktı.
11:35...
Derin bir iç çekti ve yavaşça gözlerini kapattı...
Ve karanlık...
Kendini loş bir yolda yürürken buldu.
İleride bir insan kalabalığı vardı. Hızlanmak istedi ama hızlanmak istedikçe tuhaf bir şekilde geriye doğru gidiyordu. İlerideki belirli belirsiz silüetler yavaşça kaybolmaya başladı ve birden kendisini yüksek bir yerden aşağıda doğru düşerken buldu.
Bir terslik vardı. Çığlık bile atmıyordu.
Aşağıya düşerken birden gözünün önünden odalar geçmeye başladı. Sanki yüksek bir binadan aşağıya düşüyordu.
Bütün odaların içinde insanlar vardı ve çok mutlu görünüyorlardı.
Birden daha da hızlandı ve gözlerini kapatıp kendisini sona götüren düşüşe umursamadan acıyla gülümsedi.
...
Sessizlik ve karanlık...
Tuhaf bir şekilde şimdi kulaklarında bir uğultu vardı ama garip bir uğultuydu bu.
Birden gözlerini açtı ve uğultu aniden ezana dönüşüverdi.
Sabah ezanı okunuyordu.
Yastık terden sırılsıklam olmuştu.
Yatakta doğruldu ve penceresinden sokak lambalarının aydınlattığı uzun yola baktı.
Baş ucunda duran küçük su şişesinden bir yudum aldı ve yastığı yana iterek yeniden uyumaya çalıştı.
"Yarın cumartesi ve eminim ki değişik bir gün olacak"
...
Zil sesiyle yatağından fırladı. Kapı çalıyordu.
"Hayırdır inşallah" dedi ve gülümseyerek kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledi.
Apartmanın diafonuna "kim o" dediğinde yüzündeki gülümseme birden kayboldu.
"Kusura bakmayın yanlış oldu" dedi yaşlı bir adam sesi.
Kimi bekliyordu ki zaten.
En son evine günler önce sadece su tesisatçısı gelmişti.
Yavaş adımlarla yatak odasına döndü ve kapının eşiğinde durup içeriye baktı.
Kim bilir kaç gündür toplamıyordu odasını.Tıpkı hayatı gibiydi...Dağınık ve özensiz...
Solmuş mavi renkli yorganı küçük yatağının yanından aşağıya doğru sarkmıştı. Başucunda hemen yerde dün gece terden sırılsıklam olduğu için yere attığı kırmızı yastığı vardı.
Başucundaki komidinin üzerinde bir abajur, ağzına kadar dolu bir kül tablası, kol saati ve pet şişe duruyordu.
Yatağı hemen pencerenin yanındaydı ve tüller sigara dumanından grileşmişti.
Pencere ise kim bilir kaç haftadır temizlenmediği için lekelerle doluydu.
Karşı duvara yaslı duran ceviz rengi elbise dolabının kapısı açıktı ve elbiseleri düzensiz ve ütüsüz bir şekilde dışarıya doğru taşmıştı.
Duvarda geçen sene aldığı ahşap çerçeveli küçük bir tablo duruyordu ama o bile sağ tarafa doğru dönmüştü.
Odanın duvarları açık sarıydı ve bir kaç yerde döküntü vardı.
Yerdeki küçük kilim ise topaklanmıştı ve kül içindeydi.
Hemen kapının yanındaki duvarda asılı küçük aynada kendine baktı.
Gözlerinin altı torbalanmış, saçları dağılmış inanılmaz yaşlı bir yüz gördü.
"Hayır" dedi.
Bugün farklı olacak hissediyorum.
Banyoya girdi ve bir duş aldı.
Elbiselerinin arasından en temizlerini seçerek mavi bir t-shirt ile bir kot pantolon geçirdi üzerine.
Sonra elbiselerini büyükçe bir çöp torbasına doldurup yan apartmanın altındaki kuru temizlemeye bıraktı.
Uzun zamandır aramadığı gündelikçi kadını arayarak bugün temizliğe gelmesini rica etti.
Kadın su saatinin arkasındaki yedek anahtarın yerini biliyordu zaten.
Soluğu deniz kenarında güzel bir kafede aldı.
Güne iyi başlamak için iyi bir kahvaltı yapacaktı.
Bir taraftan da insanları izliyordu.
Bebeğini seven bir kadın, köpeği ile koşan bir adam ve bir birine sarılmış halde yürüyen bir çift gördü.
Herkesin bir hayatı ve düzeni vardı... O hariç.
Sonra 2 masa ilerideki bir kadınla göz göze geldi. Ama kadın sadece öylesine etrafına bakıyordu.
Kahvaltıyla beraber gelen büyük su bardağındaki çaydan bir yudum aldı ve zoraki bir tebessüm ile kahvaltısını bitirdi.
Ne yapsaydı ki bugün...
Akşama kadar gezecekti.
Belki bir yerlerde tatlı bir kadınla tanışacaktı, kim bilir...
Sonra uzun uzun sohbet edeceklerdi.
Biraz ondan biraz bundan derken ertesi gün yine görüşmek için bir birlerinin telefonlarını alacaklardı.
Yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Hayali bile güzel diye düşündü.
Hesabı ödeyip sahile doğru yürüdü.
Bütün bir gün sokaklarda, mağazalarda ve nerede kalabalık gördüyse oralarda dolaştı ama sanki bütün dünya onun dışında dönüyordu ve sanki hiç kimse onun varlığını hissetmiyordu.
En nihayet akşam olmuştu yine.
Elinde sadece bir poşet içerisinde ismini dergilerde gördüğü için aldığı bir kitap vardı.
Saçları yine dağılmış, t-shirti kırışmış ve ruhu incinmiş bir şekilde kuru temizlemeciye girip sabah bıraktığı elbiselerini aldı ve evinin yolunu tuttu.
Kattaki lamba arızalı olduğu için telefonunun ışığı yardımıyla kilidi açmış ve eve girmişti.
Yeni temizlenmiş evin kokusu nedense onu şaşırtmıştı.
Bu kadar sıradanlık içerisinde belki de en sıra dışı şey temizlenmiş bir ev ve elbiselerdi.
Elindeki poşetle kendisini yatağa attı.
Kalabalıklar içinde o kadar yalnızdı ki, bu gerçek şimdi yüzüne daha sert bir tokat gibi patlamıştı.
Gözleri doldu.
Hayat bu kadar sade ve kendi başına yaşanmamalıydı.
Aklına bugün gördüğü insanlar geldi.
Kimse onun kadar tek başına değildi sanki.
Yemek yiyen kalabalık arkadaş grupları, el ele sevgililer, çocuklarıyla vakit geçiren anneler ve babalar görmüştü bütün gün.
Canı yanıyordu artık.
Dua edecek gücü bile kalmamıştı.
Gözleri duvardaki saat takıldı.
11:35...
Güçlükle yataktan kalktı ve balkona doğru ilerledi.
Balkon kapısını açtığında odanın içini serin bir hava doldurdu.
Göz yaşlarıyla ıslanmış yanaklarında daha bir serinlik vardı sanki.
8. kattaki dairesi şehrin en güzel manzarasına sahip olmasa da ışıl ışıl evleri ve sokakları görebiliyordu.
Gözlerini kapattı ve sesleri dinlemeye çalıştı.
Hemen alt katlarda bir yerde insan kalabalığının uğultulu sesine hafif bir müzik eşlik ediyordu.
Şehre arkasını döndü ve balkonun korkuluğuna oturdu.
Gözyaşları daha hızlı süzülüyordu artık yanaklarından.
İçinde kitap olan poşeti hala elinde tutuyordu.
Sonra yavaşça kendini arkasından esen serinliğe bıraktı...
....
Cansız bedeni kaldırımın üzerinde yatarken belkide hiç olmadığı kadar insan vardı etrafında.
Ama hepsi geç kalmıştı...

17 Mayıs 2011 Salı

Şükretmek...

En son ne zaman şükrettiniz?
Ya da şükretmeyi unutanlardan mısınız?
Maaşınızın azlığından, istediklerinizin olmamasından, eskimiş ayakkabınızdan, sizde olmayanlara sahip olanları görmekten ve buna benzer pek çok şey yüzünden şükür duygusunun yerini hafiften bir haset duygusunu mu almaya başladı?
Elinizde olanları görmemeyi mi tercih ediyorsunuz yoksa?
O zaman uzun süredir neden huzursuz ve mutsuz olduğunuzun nedenini bulduk galiba.

Ne olursa olsun Allah'a verdiklerinden ve vermediklerinden dolayı şükretmek gerektiğine inanıyorum.
Tabi bilemiyorum sizin yaratan ile aranız nasıl.
Ancak emin olun ki şükrederek ve bağışlayarak çok daha huzurlu olabilirsiniz.
Çarkları tersine çevirelim ve düşünmeye başlayalım,
Nelere sahipsiniz? Bu sahip olduklarınız size asgaride yetiyor mu? Bunlara sahip olmak isteyecek insanların varlığından haberdar mısınız?
Eğer sağlıklı iseniz sadece bunun için bile ne kadar şükür etseniz az, biliyorsunuz değil mi?
Yok eğer sahip olamadıklarınızı düşünüp mutsuz oluyorsanız o zaman bu hikaye tam size göre;

Büyük İskender yıllar süren fetih maceralarından sonra eve dönmeye karar verir.
Makedonya gözünde tütüyordur.
Yola çıkarlar ve her şeyi arkalarında bırakırlar.
Ancak eve dönüş yolunda İskender hastalanır ve eve varamayacağını anlar.
Yardımcılarını çağırır ve şöyle der;
Ben öldüğüm zaman ellerimi tabutun dışında bırakarak gömün beni...
Herkes şok olmuştur çünkü böyle tuhaf bir dileğin sahibi Büyük İskender'dir.
Aman efendim derler, olur mu öyle şey, siz büyük İskendersiniz.
Ellerinizi neden tabutun dışında bırakmamızı istiyorsunuz?
Bunun üzerine İskender binlerce yıl sonrasına bile ibret olacak o sözleri söyler.
Evet, ben Büyük İskenderim.
Ben de dünyaya geldiğimde diğer bütün bebekler gibi ellerim kapalıydı.
Ellerim kapalıydı çünkü avuçlarımda hayata dair bir şeyler vardı.
Ancak şimdi, son yolculuğuma çıkarken, bütün insanlar görsün istiyorum ki, en büyük Fatih, Büyük İskender bile bu dünyadan avuçları boş gidecek...

Günü geldiğinde biz de bu dünyadan ayrılacağız hem de İskender gibi boş ellerle.
O yüzden asla sahip olamayacağınız şeyler için hayatı kendinize zehir etmeyin.
Sahip olabilecekleriniz için ise Tevekkül etmek en iyisi.
Yani siz elinizden geleni yapın gerisini Yaratana bırakın.
Dünyada her gün binlerce insan açlıktan ölürken yediği yemeğin tadını beğenmeyenler, sevdiklerini kaybeden insanlar varken ailesinin ve sevdiklerinin varlığını küçümseyip sırtlarını dönenler, ruhen ve bedenen çok ciddi acılar çeken insanlar varken ayakkabısı vurduğu için söylenen ve lanet okuyanlar...
Biraz ayıp olmuyor mu?

Tehlikeli Türle Yakınlaşmalar...

Hem kadınlar hem de erkekler için çok tehlikeli olabilecek karşı cinslerden bahsediyorum...
Size kendinizi biricik gibi hissettirip bir anda ortadan kaybolabilen karşı cins...
"Hayatımın aşkını buldum" dediğin anda bir anda alevler içinde kalmanıza neden olan karşı cins...
O'nlar herkese her şekilde büyük bir aşkla bağlanabilirler yada siz öyle olduğunu sanırsınız.
Ama o kadar duygusuzdurlar ki hiç beklemediğiniz bir anda aranızdaki can damarını gözlerini dahi kırpmadan kesip atabilirler. Kendilerinin de kanlar içinde kalabileceklerini bilmelerine rağmen.
Her şey onlar için bir hoşlanma ile başlar. Bir süre sonra tuhaf cazibelerine karşı koyamaz hale gelirsiniz. Gözleri, konuşmaları, tavrı sadece size özel gibi gelir. İnanılmaz bir ilgi ve sevginin içinde bulursunuz kendinizi. Aradan geçen zamanla yavaş yavaş tükenirler çünkü aslında onlar bulamadıkları aşkı ve içlerinde sahipsiz kalan duyguları size yönlendirmiş ama doğal olarak tatmin olamamışlardır. Size olan duyguları azalmaya başladığında dahi bunu başta hissedemezsiniz.
Ve artık gitme vakti geldiğinde aklınızda yığınla soru işareti, içinizde sızı ve ellerinizde soğukluk vardır. Aslında ona ait pek çok şey vardır ama bir tek o yoktur...
Peki ilk bakışta tanıyabilir misiniz onu?
Sanmam...
Ben bir zamanlar böyle birini çok yakından tanıdım hem de çok yakından.
Ama o ilginç bir hisse sahipti.
Geçmişte başkalarını üzenlerin karşısına kader onu çıkartıyordu.
Yarım kalan hesapları kapatan o idi.
Bunu yıllar sonra fark etmişti.
Ama her ayrılışla o da ah alıyor ve onun hesaplarını da başkaları kapatıyordu.
Sonuçta çok kadın hiç kadındı ve sonu da yalnızlıktı.
Tenlere karşı zaafı vardı ve her hoşlandığı kadına sanki hayatının aşkı gibi davranıyordu.
Her an başka birinin beğenisini çekebilmek onun için oksijen gibiydi.
Sonuç, hem kendisi hem de karşı taraf için kaçınılmaz ve anlatılmaz bir şekilde acı ve hayal kırıklığıydı.
Ancak her şeye rağmen biliyorum ki onlar için de hala umut var.
Siz böyle birilerini tanıyor musunuz?

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Aşkı Ararken...

İnsanlık en yalnız zamanlarını yaşıyor sanırım.
Öyle ki şu eski Yunan miti daha bir anlamlı hale gelmeye başladı sanki.
Efsaneye göre Titanlar insanları önce iki kafalı, dört kollu ve dört bacaklı yaratıyorlar.
Daha sonra canları sıkılıyor ve yıldırımları ile onları iki ayrı bedene ayırıyorlar.
Ve her bir bedenden bir kadın ve bir erkek çıkıyor.
Bu bedenler dünyanın dört bir tarafına dağılıyorlar.
Efsane bu ya; o bedenler ömürlerinin sonuna kadar diğer ruh eşlerini arıyorlar...
Bugün bile..
Doğru değil mi? Hepimiz (aşkı bulanlarımız hariç) aramıyor muyuz aşkı?
Herkesin içinde bir özlem yok mu bu duyguya karşı? Varlığı ile hayatlarımızı onurlandıracak, aydınlatacak ve bizi biz yapacak kişi ile karşılaşmak hem de bir an önce karşılaşmak için dualar etmiyor muyuz?
Diğer taraftan bazılarımız da aşk artık ütopya, anlaşabileceğim birisi olsun da gerisi eksik kalsın demeye başladı bile ne yazık ki...
Çünkü artık aşk çok mümkün görünmüyor onlar için.
Terk edilişler, üzüntüler derken sadece bir omuz ve tatlı sohbet bile şafak vaktinden sonra ağıran tan yeri gibi geliyor belkide.
Aşkı bulduğunu sananlar da bir süre sonra yanıldıklarını düşünebiliyorlar.
Yıllar önce karşı çıktığım ama şimdi sonuna kadar katıldığım "duyguların olduğu yerde mantık olmaz" fikri neden oluyor bu fikre sebep.
Aşk duygu işi ve doğal olarak da mantıktan uzak olabiliyor.
Bir süre sonra da beraber olduğunuz kişi ile uyumunuzu bir mantık çerçevesine oturtamayınca sorunlar çıkmaya başlıyor..
Seviyorum ama.... ile başlayan cümleler kurmaya başlıyorsunuz.
Seviyorum ama çok kıskanç, çok ilgisiz, eğitimi yetersiz, şurası şöyle, burası böyle.....
Neden biliyor musunuz?
Çünkü hoşlanma ve aşk duygusu daha önce de bahsettiğim gibi ağırlıklı olarak hormonal kaynaklı ve bu süreçte mantık devre dışı.
Bir süre sonra hormon seviyeniz normale döndüğünde ise karşınızdaki kişi ile aranızdaki uyumsuzlukları ancak görebilir hale geliyorsunuz.
Ve bu sefer ilişkiden beklentileriniz üzerine karşınızdakini kontrol etmeye başlıyorsunuz.
Eğer beklentiniz evlilik ise ve siz aşk sarhoşluğu ile buna karar verdiyseniz işte o zaman bir süre sonra boşanma için avukatın kapısını çalmak kaçınılmaz.
Yok eğer aşk sarhoşluğu geçtiğinde (aşkın ömrü 3 ay derler) siz hala evlenmemişseniz;
1. Ailelerin durumu
2. Eğitim seviyesi
3. Kültürel doku uyumu
4. Hayata bakış açısının ortaklığı
5. Maddi uyum
.
.
.
ile başlayıp uzayan bir liste ile kendinizi karşı karşıya buluyorsunuz.
Sonrası ise beklentilerinize kalmış tabi.
Sonuç; aşkı ararken unutmayın k;
Eğer bulursanız önce bırakın o duygu iliklerinize kadar işlesin.
Aşk her zaman karşınıza çıksaydı bu kadar özlem duymazdınız zaten, değil mi?
Sonra + ve -'lerin muhasebesini yapmak yerine tadını çıkartın, bir süre sonra zaten hesap yapmaya başlayacaksınız.
Ve unutmadan korkuyorsanız bu işe hiç bulaşmayın.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Yedek Sevgili...

Kimi sevsem, onun hep uzakta bir sevdiği vardı, unutamadığı ilk aşkı ya da onu terk edip giden sevgilisi...
Kimi derinden sevsem, o bir başkasını derinden hatırlardı. Öylesine çok sevdim ki onları, başkalarına duydukları sevgiyi anlatmalarını sessizce, içim acıyla kanayarak dinledim. Beni yitirmekten hiç korkmadılar; çünkü onlara göre fazla iyidim; bu yüzden ilk anda vazgeçilebilirdi benden.
Beni terk edenlerden tek bir isteğim olurdu. ''Ne olur, bir daha beni aramayın! Çünkü ben kolay unutamıyorum. Çünkü ben size duyduğum o akıl dışı aşk yüzünden keder bahçemi dağıtıyorum. Çocukluğumun o güzel bahçesini.'' Böyle derdim onlara ama yine de ararlardı beni... Soluksuz ve umutsuz kaldıkları bir gece mutlaka akıllarına ben gelirdim...
O, yedek sevgili!...
Cezmi ERSÖZ...

13 Mayıs 2011 Cuma

Hayırdır İnşallah...

Daha geçen gün bir şiir ve bir de yazı girmemiş miydim ben bu bloğa?
Ya birisi bloğumu hackledi yada kayışı kopartıyorum...
Ne güzel yorumlar da almaya başlamıştım.
Umarım bu iş rutine binmez, yani blog yazılarının kaybolması...
Neyse, 5 aydan sonra tek tük sigara içmeye başladım ki keyfim kaçtı.
Son 3 senedir her sene 5-6 ay bırakıyorum sigarayı sonra yine böyle tek tük içmelerle yeniden başlıyorum.
Ama her seferinde yine büyük bir azimle tekrar tekrar baştan başlıyorum.
Sadece sigarada değil, genel bir alışkanlık benimki.
Kaybettiğim yerden baştan başlamak...
Bir gün sıkılır mıyım acaba?
Neyse, bu sefer çok günlük yazar gibi oldu.
Şimdilik benden bu kadar...

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Keyif...

Sen olacaksın ki yanımda;
Yemek yemek keyifli olacak, uyumak, öpüşmek, gezmek zevkli olacak.
Sabahlamak, kitap okumak beraber, beraber sövmek ayarsız ağızlarla, beraber gülmek koca bir ağız dolusu.
Senin olduğun yerde utanma, arlanma, ayıp günah bile olmayacak.
Sonra sen olacaksın ki ben ben olacağım, baba olacağım, sevgili, dost, fedai olacağım.
Sen olacaksın ki sabahların tadı bir başka, gecenin zevki bir başka olacak.
Seninle gezmek gerek Akdeniz kıyılarını.
Ellerimizle balık yerken, lokmaları bir birimizin ağzına vermeli, beslemeli ve yıllara inat büyütebilmeli birbirimizi.
Daha o kadar çok ki seninle anlam bulması gerekenler ve seniz anlamını yitirenler.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Tozlu Anılar ve Aşk İzleri...

Sigarasını söndürürken telefondaki ses "Hoşçakal" diyordu.
Kısık ve sevgi dolu bir ses tonuyla "İyi bak kendine" diye karşılık verdi adam.
Ciğerlerinde ki son dumanı da penceresinden dışarıya yavaş yavaş üflerken yıllar öncesine, O güne gitti.
lisedeydi o zamanlar.
Dışarıda kapalı bir hava olmasına rağmen o gün neşesi yerindeydi.
Başkalarının aksine kapalı ve puslu havaları sevmişti hep.
Çalan zilin ardından yüzünde belli belirsiz bir gülümseme ile dersten çıktı ve merdivenlerden hızla inerek kantine girdi.
Görmesi gerekenleri görmüş ve göz kırparak " haydi dışarı" işaretini vermişti.
6-7 Genç koşturarak soluğu okullarının karşısındaki hamamın yanındaki arada almışlar ve duvara sırtlarını vererek hemen birer sigara yakmışlardı.
Bir anda başlayan neşeli sohbete eşlik eden kahkahaları dar sokağı çınlatıyordu.
O kaçamak zaman kırıntısında içilen sigaralar ve yanında kahkahalar ile paylaştıkları hayalleri en sıkıcı derslerin bile çabucak geçmesini sağlıyordu.
Keyifleri hepten yerine gelmişti.
Kısa bir süre sonra tekrar zil sesi duyuldu ve sohbetlerini bir sonraki araya bırakarak okula döndüler...

Ders beden eğitimiydi.
"İşte bugünü sevmemin başka bir nedeni daha" diye düşündü gülümseyerek.
Yavaşça soyunma odasına indi, üstünü değiştirdi ve arkadaki merdivenlerden ıslık çalarak kalabalık olan spor salonuna girdi.
Ortalığa şöyle bir göz attı, biraz salınarak yürüdü, bir iki arkadaşıyla şakalaştı ve yavaşça potanın dibine geçip voleybol oynayan arkadaşlarına katıldı.

Tam da "Bugün bir şeyler olacak sanki" diye aklından geçirirken;
Arkadaşı hızlı bir pas çıkardı ve o günün keyfiyle topa öyle bir vurdu ki...
Hızla yön değiştiren top bir anda ileride arkası dönük olan bir kızın sırtında patladı.

Kız bir anda acıyla arkasını dönmüş ve keskin bir bakış fırlatmıştı.

Aman Allahım...
Hayatında bu kadar büyüleyici gözler görmemişti.
Büyük bir şaşkınlık ve hayranlık içinde olduğundan aslında kızın acı ve sinir dolu gözlerle baktığını fark edememişti bile...
Top kızın sırtına çarpmıştı ama kesilen nefes çocuğun ki olmuştu.
Bir anda yer çekimi etkisini kaybetmiş ve gencin ayakları yerden kesilmişti.
Kulaklarında sadece kendi kalbinin atışı yankılanıyordu.
Her şey birden bire olmuştu.
Ağzında bir şeyler geveledi.
Özür dilemeye çalışıyordu ama yüzündeki salak gülümsemeye de engel olamıyordu...

Akşam olduğunda, koskoca günün geri kalanı sanki yoktu, yaşanmamıştı.
Aklında sadece kızın gözlerine baktığı "AN" vardı...
O gece ve sonraki pek çok gece "O ANı" tekrar tekrar yaşamıştı.

Aynı okulda olmalarına rağmen kızın adını bilmiyordu bile.
Öğrendiğindeyse bu isim yıllar boyunca yüreğinde bir iz olarak kalacaktı...
Bir kaç gün sonra yine bir tenefüste bir arkadaşının yanına doğru giderken, arkadaşının yanındaki kız gelenin kim olduğunu görmek için arkasını dönmüş ve genç olduğu yere çakılmıştı.
Bu bakışların sahibini günlerdir aklından çıkartamıyordu ve şimdi O yine karşısındaydı.
Yine nefesi kesilmiş ve ağzı kurumuştu.
Ya saçmalarsam diye düşünmüş ama kendisini toplayıp hem özür dilemiş hem de O'nunla tanışmıştı.

Derin bir iç çekerek tekrar pencereden baktı ve bir sigara daha yaktı.
O zamanlar daha 15 yaşındaydı ve sonrasında yıllar geçmişti.
Ama her şey dün gibi aklındaydı.
Kızın saçlarının kokusu, gülümsemesi, gözleri ve utangaç bakışları...
Diğer taraftan yine dün gibi hissettiği acılar bir anda sarıverdi adamı.
Çok kötü günler geçirmişti daha sonra.
İlk aşkın böyle bitmemesi gerekiyordu.
Sonra sigarasından derin bir nefes daha çekti ve yılların verdiği olgunlukla gülümsedi.
Acılar yıllar öncesinde kaldı dedi kendi kendine, acılar yıllar öncesinde kaldı.
Zaman, onlardan geçmişlerinden bir birine dokunabilen ve sadece sesleri olan iki kişi yaratmıştı.
Yine şükretti Tanrıya.
Baş ucunda duran saate baktı göz ucuyla.
Vakit geç olmuş ve artık yatma zamanı gelmişti.
Yıllar sonra ilk defa aynı şehirde aynı geceye ayrı bedenlerle uyuyacaklardı.
Uyandıklarında ise hayat her zamanki gibi kaldığı yerden devam edecekti.
Adam yatağına uzandı ve kızın adını bir kez daha mırıldanarak kendisini karanlığa bırakıverdi...