29 Aralık 2010 Çarşamba

"KARMA" Hayatlar



Gün içerisinde aklımdan geçen düşünceleri eğer birisi yanımda bana kitap gibi okusaydı herhalde "YETERRRR" diye bağırırdım.
Zihin iki dakika rahat durmaz mı yahu. Sürekli bir telaş hali var kendilerinde, e haliyle bazen esir alıyor sahibini.
Ancak son zamanlarda aklımdan geçenleri yönetme gibi bir çabam var.
Nedeni, Karma...
Karma bir felsefe ve basitçe ne ekersen onu biçersin diyor.
İnsanın hayatına aslında düşünlerinin şekil verdiği bir gerçek, en azından benim için.
Ne kadar kazulet şey düşünsem, lamba cini emri gibi puf diye bitiyor karşımda.
Murphy's kanunları da sanırım böyle bir şey.
Boka batacam diyosun o da hooop battın bile diyor.
Zihninizde eğer bir savaş varsa iyi şeyler yaşamayı düşünmeyin.

Bir de "Quantum Düşünce" denilen bir kavram var ki Karma ile çok benziyorlar.
Aslında bu kavramlara inanmasanız bile inanç dünyanızın sizi yönlendirdiği gerçeğini göz ardı edemezsiniz.

Düşünün, olsun..
İnanmadınız mı?
O zaman alın size Plasebo...
Nedir bu Plasebo küçük bir örnek vereyim.
Bazı kanser hastalarında artık terminal denilen safhaya geliniyor. Yani son dönem, kurtuluş yok. Bu dönem de inanılmaz ağrı durumu söz konusu ve morfin bile neredeyse işe yaramıyor. İşte bu dönemde hastalara " size yeni bir ilaç vereceğiz " denilerek tıbbi ve farmakolojik olarak hiç bir etkisi olmayan bir draje veriliyor. Hasta "O" ilacın ağrısını keseceğine o kadar inanıyor ki veee evet, ağrı kesiliyor...
Her şey tamamen düşünceye dayalı.
Beynimiz mükemmel bir makine ve onu anlayıp yönlendirmeye henüz güç yetmiyor.
Bir diğer bulgu ise 1 mm3 lük bir beyin dokusunda ki nöronların dünyanın tüm telekominikasyon sisteminden bile daha yoğun bir yapıya sahip olduğu.
Diğer taraftan bilinç altı denilen başka bir kavram var. Tam anlamıyla bir kara kutu.
Beyinde duygusal verilerin depo yeri " Amigdala" nın bilinç altı ile ilişkisi olduğu düşünülüyor.
Aslında korku ve endişe kalıplarınızdan tutunda bütün algı modellerinizin temelinde bu bilinç altı denilen derya deniz yatıyor.
Ve siz altta çalışan bu sistemlerin ne olduğunu bile bilmeden yaşayıp gidiyorsunuz.
Mesela stres altındaysanız hemencecik hastalanıveriyorsunuz.
Mutlu olduğunuzda veya aşık olduğunuzda ise vücut inanılmaz bir enerji ile doluyor.
Aslında hemen hepsinin bilimsel temelleri var, yani bilim aşkın kimyasını da, stresin hastalanmaya neden olamasını da açıklamış durumda.
Ama hala yolun çok başındayız.
Öncelikle hayatı kontrol etmeye çalışmaktan vazgeçip, onu yönlendirmeye çalışmayı öğrenmeliyiz.
Ve tabi ki olumlu düşünebilmeyi de.
Bir NLP uzmanı dostumun bana ilaç niyetine reçete ettiği bir sözü sizinle paylaşmak istiyorum.
..... yerine ise sizi kendinizle ilgili rahatsız eden ne varsa onu koyun ve bunu günde en az 3-4 kere tekrar edin.
İnanın işe yarıyor.

"...... rağmen, kendimi tamamen olduğum gibi kabul ediyorum."
Örnek; şişman olmama, kısa olmama, zengin olmamama vs vs rağmen kendimi tamamen olduğum gibi kabul ediyorum.
Ne kadar basit değil mi.
Ve lütfen rüzgar ekmekten vazgeçin. Biliyorsunuz ki elbet bir gün fırtına ile karşılaşacaksınız.
"Ben zaten bunu yapamam ki, ben zaten değersizim, kimse beni anlamıyor, kimse beni sevmiyor, çok şanssızım ........."
Buna benzer lafları kendinize ne kadar çok söylediğinizi düşündünüz mü hiç?
Kendinize " beni sevme, ben değersizim, ben şanssızım ...." komutu veriyorsunuz.
Hatta " ben sakarım, ben salağım, .... ama ben de şans yok ki, ... olsaydı bilmem ne olurdu....."
Bu kadar şeyin üzerine aslında şuan hayatta ve bu satırları okuyor olmanız bile bir mucize.
Size hala kamyon çarpmadı veya kafanıza piyano düşmediyse yaratana dua edin.

Bu yazıyı okuduktan sonra kendiniz için bir iyilik yapın.
Önce kendinizi her şeye rağmen sevin ve değer verin.
Ve olumlu düşünmeyi öğretin kendinize.
Nasrettin hocaya " hocam kıyamet nedir" diye sormuşlar.
Hoca da " hanım öldü küçük kıyamet, ben öldüm büyük kıyamet" demiş.
Yani asıl olan sizsiniz...

28 Aralık 2010 Salı

Nardugan


ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ

Hıristiyanların Hz. İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski Türklerin yeniden
doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.
Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı, kilim ve işlemelerimizde
görebiliriz.
Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.
Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle akçam ağacı altında kutluyorlar.

Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.

Bayramın adı
NARDUGAN

(nar=güneş,
tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.

Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.

Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar, dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.

Bu bayram için, evler temizleniyor. Güzel giysiler giyiliyor. Ağacın etrafında şarkılar söyleyip oyunlar oynuyorlar. Yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret ediliyor, aileler bir araya gelerek birlikte yiyip içiyorlar.

Yedikleri; yaş ve kuru meyveler, özel yemek ve şekerleme. Bayram, aile ve dostlar bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır, uğur gelirmiş.

Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş. Filistin'de bu ağacı bilmezlermiş.

Bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları söyleniyor.

Hz. İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok.

"Doğum, güneşin yeniden doğuşu"

Sümerolog Muazzez İlmiye ÇIĞ'ın yazısından alınmıştır.

Kadınlar ve Erkekler -2



Öncelikle bloğuma ilk gün bu kadar ziyaret beklemiyordum ne yalan söyleyeyim.
Herkese teşekkürler.
Diğer taraftan kadın ve erkek dostlarımdan aldığım ağırlıklı olumlu tepkiler ve cinsiyete özgü değerlendirmeler de kadın erkek konusunun derinliğini ve dertli yanlarını bir kez daha görmeme neden oldu.
Aslında ne dertliymişiz bu konudan.
Amacım Cem Yılmaz'ın yaptığı gibi bir mizah değerlendirmesi yapmak da değildi, zaten işin içinde mizah olmadığı yazının kendinden belli.
Kadın dostların ( bayan lafından hoşlanmıyorum) bana " Nedir bu öfke" diye sordular. Erkekler ise adeta " yürü be koçum" nidalarıyla fikirlerime katıldıklarını açıkladılar.
Öncelikle ben erkekler sütten çıkmış ak kaşıktır demiyorum. Hatta, evet hırt bir tarafımız var, 30'umuzda bile çocuk ruhluyuz aslında diyorum.
Diğer taraftan erkek olmanın rahatlığıyla kadınlara ahkam kesilmesine ( bilen dostların bilir) çok da karşı çıkarım.
İlla ki bir pozitif cinsiyet ayrımı yapılacak ise bu kesinlikle kadına yapılmalıdır diye de düşünürüm.
Erkek egemen bir dünyada gerçekten kadın olmak çok zor ve bunu anlamamız gerekir diye de düşünüyorum.
Hangimiz kadınların yaptığı zaman ölümcül sayılabilecek fiillerden birini yapınca ceza alıyoruz?
Hatta erkek için ödülü bile var bu işlerin.
Neyse bu ayrı bir yazı konusu.
Bu arada öfkem bir kişiye değil.
Bazı arkadaşlarım " kim kızdırdı seni bu kadar?" diye sordular.
Onlara da söyledim, beni kızdıran bir kadın yüzünden yazılmadı bu satırlar.
Gerek kendi deneyimlerim, gerekse dostlarım başta olmak üzere insanları gözlemlememin bir sonucudur bu yazı.
Ha, illa ki " erkeklere ne diyeceksin bakalım" diye sorarsanız, tamam onu da yazacağım.
Sonuç olarak;
Kadınlardan aşağıdaki yazımı bir kez de savunma durumuna geçmeden, bir öz eleştiri yaparcasına okumalarını rica ediyorum.
Sevgiler




22 Aralık 2010 Çarşamba

Kadınlar ve Erkekler


Bu aralar bir Tuna KİREMİTÇİ halleri var üzerimde ki inanılmaz.
Taktım kafayı anlaşılmak isteyen kadın ve anlamak zorunda olan erkek olayına.
Özet şu;
"Kadını anlamayan erkek diye bir kavram var. Bu bütün dünyada böyle ve bu erkek tipine kalas, odun, kütük gibi yakıştırmalar yapılıyor. Kadın ise anlaşılma çabasına o kadar kendini kaptırmış ki erkeğin de böyle bir ihtiyacı olabileceğini düşünmüyor bile. Sanki anlaşılmak kadına, anlamak fiili de erkeğe özgü. Eğer karşı cinsi anlamamak kalaslık, odunluk, kütüklük veya her ne diyorsanız o ise, iddia ediyorum kadınlar kalaslıkta erkeklere fark atar."

Bu durum benim de sinirimi bozmaya başladı. Kadınlar ha bire ne kadar kompleks düşündüklerinden - iş erkeği anlama çabasına gelince mekanizma işlemiyor, kompleks düşünceye bak - çok zeki olduklarından, erkeğin yaradılışının basit olduğundan bahsederek kendilerini yere göğe sığdıramıyorlar.
Kadın cinsi sanki yaradılıştan üstün, erkek de bir o kadar salak ve donanımsız.
Babalarınız erkek değil mi yada sevgilileriniz veya kardeşleriniz?
Kendinizi sözüm ona yüceltmek için karşı cinsi bu kadar sınırlamak veya bayağılaştırmak size ne katabilir?
Her şeye gücü yeten(!) kadın için erkeğin de anlaşılabilme ihtiyacı olduğunu düşünmek bu kadar mı zor?
Bence kadın bu kadar yaygarayı sadece erkeğin bu ihtiyacını düşünmemek adına yapıyor.
Kadının kendisine yakıştırdığı " daha"lar;
  • Daha zeki,
  • Daha hassas,
  • Daha samimi,
  • Daha düşünceli,
  • Daha ilgili,
  • Daha kompleks,
  • Daha sadık,
  • Daha duyarlı,
  • Daha ince,
  • Daha detaycı,
  • Daha içten,
  • Daha sevgi dolu,
  • Daha zarif,
Bu listenin sonu gelmiyor. Her şeyin dahası kadında.
Erkeğe ne kalıyor peki, tabi ki daha azı.
Bu durum psikolojik olarak çok kısa bir şekilde özetlenebilir.
BENCİLLİK.
Evet, kadın bu noktada inanılmaz derecede bencildir yani ben merkezlidir.
Dünya eğer etrafında dönmez ise yıkar ortalığı.
Sizin için çok zor olacak biliyorum ama bir defa deneyin, sadece bir defa.
Derin bir nefes alın ve kendinize " erkeği anlamaya çalış" komutu verin.
Ve bir de rica, lütfen her konuda erkeklere bok atmayı bırakın, zira zerafetinize (!) yakışmıyor...


2 Aralık 2010 Perşembe

Havada pus mu var ne?


Bugün yine kırılgan bir gün benim için.
Sabahtan beri eski şarkıları dinleyip geri çekiyorum kendimi.
Kuytuda hissediyorum ve zayıfım.
Bu aralar sık olmaya başladı bu.
Güç delisi bir adam olmadım hiç yada güçlü görünme çabasında.
Neysem o idim hep.
Şimdi de böyleyim.
Çocukluğumu yaşıyorum sanki bugün.
Eski sokaklar, müzikler dostlar var aklımda.
Hayıflandığım ve huzur bulduğum anlar.
Karışık bir gün yani....